‘’Anlaşılmıyorsak,anlamalıyız’’ bu sözü duyduğum an içimde bir huzur, bir sükunet, kendimi iyi hissettim,bir hazinenin şifresini çözmüşcesine sevindim. Bu cümlenin anlamını yaşamak bizim yolumuzu tıkayan tüm öfke, kırgınlık, kızgınlık, hırs ve kin duygularını bizden arındıracak bir etkiye sahip diye düşündüm. Hayatın içinde akıp giderken; aile ilişkilerinde, iş ilişkilerinde, ikili ilişkilerde, sohbet ortamlarında olsun ya da insanların içine karışıp onlarla etkileşim halinde olduğumuz çok kısa anlarda bile zaman zaman sözlerimizin anlaşılmadığı düşüncesiyle öfkelenebiliyoruz. İşte tam da o anlarda ‘’anlaşılmıyorsak,anlamalıyız’’ diyerek öfke yerine tevazu gösterebilir, ortamın huzurunu bozmak yerine sükuneti koruyabiliriz.

     Anlaşılmıyorumdan doğan öfkenin altında gizli bir kibir var aslında. O kibir nefsin, insana  yaptığı bir oyun; karşıyı küçümseme, kendini övme ya da ben haklıyım ‘’ben ben ben’’ duygusunun zuhur etmesi. Hepsi birer yanılgı. Doğru yanlış tartışmalarında herkes nasibi neyse o kadarını anlamakla yükümlü. Başkalarının bizi anlamasını beklemek hala kendimizi anlamadığımızın bir göstergesi, ‘’beni anlamıyorlar’’ derken o çığlıklar kendi yüreğimize;  tüm bu anlaşılmıyorum şikayetleri suçu başkalarına atarak kendimizden kaçışımız. Kendini anlamak, kendini bilmek en güzel tevazu ve kendini anlamak aslında herkesi ve her şeyi anlamak ; anlaşılmak istemekten özgürleşmek. Yunus Emre’nin dediği gibi;

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır ( YUNUS EMRE)

 
     Biz bu dünyaya anlaşılmak için değil anlamak için geldik. Önce kendimizi anlamakla başlayalım, anlaşılmamanın üzüntüsünü duyacağımız yerde, bütün ruhumuzla başkalarını anlamaya çalışsak hayat daha güzelleşir.