Kazım Koyuncu’yu tüm Türkiye bir dönem özel bir televizyon kanalında yayınlanan Sultan Makamı ve Gülbeyaz dizilerinin müziklerini yapan müzisyen olarak tanıdı. Ancak elbette öncesi de vardı.

Kazım Koyuncu 7 Kasım 1972’de Artvin’in Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy’de doğdu ve burada büyüdü.Müziğe de burada başladı. Henüz çocukken mandolin çalmaya başladı. Kemençe ustası Yaşar Turna’dan türküler dinleyerek büyüdü. Yaşar Turna’nın türkülerinin Kazım’ın müziğe ilgi duymasında yeri yadsınamaz.

Kazım, daha sonra üniversiteyi kazandığı İstanbul’a gitti. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne başladı. Ancak buradan ayrıldı. O daha çok müziğin içinde olmak istiyordu. Ve öyle de yaptı. Müziğin içinde olmayı seçti.

Kazım Koyuncu 1992’de Ali Elver ile Dinmeyen adlı müzik grubunu kurdu. Zamanla Lazca müzik yapmak için gruptan koptu. Kazım 1993’te Mehmet Beşli ile Lazca müzik yapmak için Şuku grubunu kurdu. Bir yıl sonra grubun adı Zuğaşi Berepe (Deniz’in Çocukları) olarak değiştirildi. Nihayet 1995’te Va Mişkunan (Bilmiyoruz) albümünü çıkardı. Va Mişkunan Lazca rock’un ilk örneği idi. 1998’de, Brüksel konserinin kaydı olan ve kısıtlı sayıda çıkarılan Bruxel Live albümü çıktı. Grup yaklaşık 4 yıl aradan sonra Igzas (Gidiyor) albümünü çıkardı.

Ancak grup, 2000’lerin başında dağılınca Kazım Koyuncu yoluna tek başına devam etti. İlk solo albümü Viya’yı 2002’de çıkardı. 2004’te Hayde’yi yayınladı. Bu arada birçok konser verdi. Birçok yerde sahneye çıktı. Gülbeyaz ve Sultan Makamı dizilerinin müziklerini yaptı. Ve ancak bu andan itibaren geniş kitleler Kazım’ı tanımaya başladı.

Kazım Koyuncu uzun yıllar süren çalışmaları ve konserlerine rağmen hatırı sayılır bir kitlenin dışında Türkiye’ye açılmadı. Bu, onun medyayla pek içli dışlı olmayan, işini yapmakla meşgul mütevazi kişiliğinin bir sonucuydu. Zira o, medyada boy göstermek, reklamlar ve önemli sponsorlarla tanınmak yerine kendi özgünlüğünü yakalayabilme mücadelesini verdi.

Kazım Koyuncu, şüphesiz sadece müziğiyle değil, kişiliğiyle de özgün bir duruşa sahipti. Mütevazı ve alçakgönüllü biriydi. Her şeyden önce bir hümanistti. Gülüşüyle, sözleriyle, tınılarıyla insanların yüreklerine dokundu hep. Ve aynı zamanda gerçek bir çevre duyarlısıydı. O dönem Karadeniz’in doğasına her zaman sahip çıktı. Ve doğasever olduğu kadar barışseverdi de Kazım. “Savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlamak için savaşmak zorunda değiliz” diyordu Kazım. Barışseverdi çünkü insanı seviyordu Kazım. Bu yüzden olsa gerek en büyük zevki İstiklal Caddesi’nde dolaşmaktı. Hem tek başına, hem insanlarla. Hayat doluydu Kazım. Kanser olduğunu öğrendiğinde bile “çok fiyakalı bir hastalığa yakalandım” deyip hayat gülümsemeyi başarmıştı.

 

Ve elbette uğruna marş besteleyecek kadar seviyordu Trabzonspor’u. Bakın Trabzonspor için ne diyor Kazım: Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir.Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.”

Hayatı ve insanları bu kadar çok seven Kazım Koyuncu ne yazık ki çok erken ayrıldı dünyadan. 25 Haziran 2005’te mücadele ettiği kanseri yenemedi ve aramızdan ayrıldı.

Kazım Koyuncu üzerine birçok şey yazılabilir, söylenebilir. Ama kendi kendisini Kazım anlatsın;

"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."

 

Hayatı politikacılar değil; doktorlar, öğretmenler, bilim adamları, sanatçılar yönlendiriyor. Aptallar sadece yönetiyor"

"Bir şey ürettim ben. Üç beş kişilik değil, sevgi denen şey herhalde."

 "Bütün dünyanın bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar bütün dünyadaki insanlarındır. Tüm topraklar da memleketimizdir."

"Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmamıza gerek yok. Ezildikten sonra hepimiz aynı şarabız."