EN BÜYÜK DOĞUM

Abone Ol

Bismillahirramanirrahim

EN BÜYÜK DOĞUM

 

Bütün hamtlar ve övgüler Allahu Teâlâ’ya mahsustur. Kâinat’ın zerresi adedince, Salât ve selam bütün insanlığın Efendisi, Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘e âline ve ashabına olsun.

 

Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed”

Değerli okurlarım! Kâinat, yaratıldığı günden beri bir doğum bekliyordu. Bütün dünya, yüzyılardan beri bu doğuma hasret çekiyordu. Yerlerde ki ve göklerde ki her şey. Gelecek bu doğumun aşkıyla yanıyordu. Gelecek bu doğumla, Tevhit sancağı yeniden dalgalanacaktı. Hidayet güneşi yeniden doğacaktı. İnsanlık, şirk ve küfür karanlıklarını yeniden kovacaktı. Kalpler iman nuruyla yeniden aydınlanacaktı. Küfür putları devrilecek, şirk ateşleri sönecek,  zulüm direkleri göçecekti. İnsan, mümin olacak ve insanlık yeniden kurtulacaktı.

İşte Kâinat’ın beklediği, dünyanın hasretini çektiği bu doğum, İki cihan güneşi, alaemlerin rahmeti, Nebilerin nuru, velilerin serdarı, insanlık bahçesinin kemal meyvesi, nübüvvet zincirinin son halkası, İbrahim peygamberin duası, İsa (a.s.) müjdesi, Hz.Amine’nin rüyası, bütün insanlığın efendisi, rehberi, örneği, peygeamber, Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘in doğumuydu. Mevla Teala bu doğumun getireceği gerçek lideri, peygamberi, Kur’an-ı Kerim’de bütün beşeriyete şöyle takdim edecekti.

“Ey Nebi, biz, seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe Suresi, 28)

“Muhammed Allah'ın elçisidir.” (Fetih Suresi, 29)

“Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinizin babası değildir. Fakat o, Allahü Teâlâ’nın Rasulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzap Suresi: 40)

Kâinat’ın en güzeli (s.a.v.), Mekke-i Mükerreme’nin doğusunda Kureyş kabilesi Haşim oğulları soyundan, “Hanif dinine” (Hz. İbrahim (a.s.) tarafından temsil edilen tevhit esasına dayalı hak din) mensup bir aileden, kendisine miras kalan evde, Kameri aylardan Rebiül Evvel ayının on ikinci, (miladi 20 Nisan 571)Pazartesi gecesi sabaha doğru henüz tan yeri ağardığı vakit Âlemlerin efendisidünyayı şereflendirdi. Gün doğmadan dünya nur ile doldu.

Abdullah’tan Amine’nin alnına geçmiş olan yüce nur”

O’nun alnına geçti. Hz. Âdem’in (.a.s.) devrinden beri evlattan evlada geçe gelen son peygamberlik nuru sahibini buldu. Artık onda karar kıldı.

Pazartesi günü sabahleyin hep putlar yüzüstü düşmüş bulundu. Görenler hayrette kaldı. Hz. Âmine şöyle dermiş: “Ben diğer kadınlar gibi hamilelik zahmeti çekmedim. Hamilelerde meydana gelen ağırlıkları görmedim. Fakat gece rüyada gördüm ki bir kimse gelip, ‘Ey Âmine! Muhakkak bilmelisin ki, sen âlemlerin en hayırlısına hamilesin. Doğduğu vakit adını Muhammed (S.A.V.) koyasın’ dedi.

Doğum zamanı geldiğinde kulağıma bir büyük ses geldi. Ürktüm. Hemen bir akkuş geldi, kanadı ile arkamı sıvazladı. Benden korkma ve ürkme halleri geçti. Bir yanıma baktım, bir beyaz kâse ile şerbet sundular. Alıp içtiğimde her tarafımı nur kapladı. O anda Âlemin Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) dünyaya teşrif ettiler.

Etrafıma baktım, gördüm ki, Abdi Menaf kızlarına benzer, fakat gayet uzun boylu birçok kızlar beni tavaf ediyorlardı. Hayret ettim. Ya Rabbi! Bunlar kimler acaba dedim?” Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumları zamanında, Amine’nin gözünden perde kaldırılıp o şekilde cennet hurilerini ve melaike-i kiram’ı görmüş ve daha birçok olağanüstü haller seyretmiş olduğu nakledilir.

Şifa Hatun o gece Amine’nin yanında bulunmuş ve onun gözüne de Hz Muhammed’in (s.a.v.) doğumu esnasında doğudan batıya kadar, bütün dünya nur ile dolması gibi birçok olağanüstü şeyler görmüştür..

Rasülü zişan (s.a.v.) “sünnetli ve göbeği kesilmiş olduğu halde dünyaya gelmişti”.

Arkasında iki kürek kemiği arasında kalbinin hizasında bir nişanesi vardı ki O’na nübüvvet (peygamberlik) mührü denilir. Hassan İbn-i Sabit şöyle diyor: “Ben 8yaşında idim, iyi hatırlıyorum. Bir gün sabahleyin Medine’de bir Yahudi diğer Yahudilere bağırıp

 ‘”Bu gece Ahmed’in yıldızı doğdu”

Dedi. Sonra hesap ettim, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumuna uygun düştü. Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.) dünyaya geldiği sırada ateşe tapan İran’ın hükümdarı bulunan Kisra’nın sarayı sallandı. 14 sütun yıkıldı. Fars ülkesinde ateşe tapanların 1000 seneden beri yanmakta olan ateşperest tapınakları sönüverdi. Save gölü yere batıp yok oldu. Semave vadisinde aksine sular taştı.

Mubedan (yani Farsların kadılar kadısı) da o gece rüyasında şöyle görmüştü. Bir gurup sert ve başıboş develer bir gurup arap atlarını güdüp önüne katarak Dicle nehrini geçip Fars ülkesi içine dağılmışlar. O, zaman Sasan ailesinden Acem (İran) şahı olan Nuşirevan o şekilde saray sarsılıp da şahnişin (odanın dışarıya doğru uzanan çıkıntılarının) yıkılmasından üzgün olarak yakınları ile bu meseleyi konuşurken İstahrabad’dan ateş tapınağının söndüğü haberi geldi. Yine bu sırada Save gölünün battığı ve Semave vadisinde suların taştığı işitildi. Hesap ettiler, hep şah binalarının yıkıldığı zamana rasladı.

Ebesi şifa hatun anlatıyor. Allah Rasulü (s.av.) doğduğu sırada her tarafı bir nur kapladı. Doğar doğmaz secde etti. Mübarek başını kaldırıp açık bir dil ile “lâ ilâhe illallâh innî Rasûlullâh” dedi. O’nu yıkamak istediğimde “biz onu yıkanmış olarak gönderdik” denildi. Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş olarak görüldü. O’nu kundağa sarmak istediğimde sırtında bir mühür gördüm. Mührün üzerine

“lâ ilâhe illallâh Muhammedür rasûlullâh”

Yazılı idi. Doğar doğmaz secde ettiği sırada hafif sesle bir şeyler söylüyordu. Kulağımı mübarek ağzına yaklaştırdım;

 “ümmetî, ümmetî”

Diyordu. Şifa hatun ebelik vazifesini yapmış, Rasulü Ekrem’in (s.a.v.) dadısı Ümmü Eymen de doğuma hizmet etmişti.

Kâinatın Efendisi (s.a.v.) dünyaya teşrif ettiği zaman o günün geleneğine uyularak üzerine büyük bir çanak konulmuştu.

Çanağın yarılarak ikiye ayrıldığı ve Efendimizin (s.a.v.) gözlerini göğe dikip başparmağını emdiği hayretle görüldü.

 Cahiliye devrinde geceleyin doğan çocuğa bir çanağın altına koymak, ortalık aydınlanmadıkça ona bakmamak adetti. Hz. Amine’nin yanında bulunan kadınlardan Fatma’nın o gece evin nurla dolduğunu ve yıldızların üzerlerine dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördüğünü söylediği rivayet edilir.

Dedesine müjdeci gönderildi. Rasulullah (s.a.v.) dünyaya geldiği zaman Hz. Âmine, dedesi Adulmuttalib’e haber gönderdi. Kendisi Kâbe’nin yanında Ebu Talip ve bazı kimselerle oturuyordu. Âmine Hatun bir erkek çocuğu olduğu müjdesini verdi. Bunu duyan dedesi çok sevindi. Yanındakilerle beraber eve geldi.

Hz. Âmine olup bitenleri anlattı. Üç gün kimsenin göremeyeceğini söyleyince, Abdulmuttalip çok ısrar etti. Bunun üzerine Âmine validemiz “falan yerdedir”dedi. Dedesi gitti, fakat evin önünde yalın kılıç bekleyen bir zat gördü. İçeri girmek isteyince Abdulmuttalib’in üzerine yürüdü ve

 “geri dön, hiçbir kimse üç günden önce göremez.

Bütün melekler onu ziyaret edecek. Bu ise üç gün sürer” dedi.

Abdulmuttalip bu hali kureyş’e anlatmak istedi fakat dili tutuldu.

“Yedi gün hiçbir şey konuşamadı.”

 Abdulmuttalip böyle doğumu kutlamak için doğumun yedinci gününde develer kestirerek Mekkelilere üç gün ziyafet verdi.  Ziyafet sırasında çocuğa hangi ismi koydun diyenlere,

MUHAMMED” ismini verdim dedi. Neden atalarından birinin ismini vermedin diyenlere Allau Teâlâ’nın ve insanların onu methetmelerini, övmelerini istediğim için cevabını verdi.

Annesi de ona “AHMED” ismini verdim dedi..

Rabbim efendimiz (s.a.v.) ‘in nurlu yolundan ayırmasın şefaatina nail eylesin…

Mehmet Akif’in şu dizeleri ile konumuzu bitirelim..

 “Dünya neye sahipse, O,nun vergisidir hep,

Medyun O’na cemi’yyeti, medyun ona ferdi,

Medyumdur o Masum’a bütün bir beşeriyet,

Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret,

Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed”

 

 

 

{ "vars": { "account": "UA-35875877-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }