بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


Değerli okurlarım! Sevgilinin (.Güzel Sureti.) Hilye-i Saadet, Kâinat’ın Efendisi bütün yaratılmış olanların en güzeli idi. Azalarının hepsi birbirine uygundu.

Efendimiz (.s.a.v.) boyu ne çok uzundu, ne de çok kısa idi. Ortayı biraz aşıyordu. Öyle ki, bir mecliste toplantıda Hazreti Peygamber (s.a.v.) boyuyla fark edilebiliyordu.

Yüzü ne uzundu, ne tamamıyla yuvarlaktı. Fakat yuvarlağa yakındı. Ten rengi ne buğdaydı, ne pembe, ne de bembeyaz. Aksine beyaz ile pembe arasında olup pırıl pırıldı.

Başı büyüktü, göğsü büyük ve omuzları da hayli genişti. Vücudu atletikti, şişman değildi. Mafsal ve ek yerleri gayet sağlamdı. Kollarda ve bacaklarda hafif kıllar vardı. Vücudunun diğer yerleri tertemizdi. Göğüslerinden hafif kılların bir çizgisi göbek çukuruna kadar iniyordu.

Başında ve sakalında saçlar çok gür ve sıktı. Saçları ne zenciler gibi kıvırcıktı, ne dümdüzdü. Yani hafif kıvırcıktılar. Ömrünün son günlerine kadar başındaki ve sakalındaki saçlarından topu topuna yirmi tanesi beyazlamıştı. Bunlar da saçlarına yağ sürmediği zamanlarda belli oluyorlardı.

Hazreti Peygamber (s.a.v.) saçlarını bazen kulaklarının yarısına, bazen de daha aşağıya kadar uzatırdı. Gözleri büyük ve çok güzeldi. Sürmeli olmadıkları zaman da sürmeli gibi gözüküyorlardı. Göz bebeklerinin etrafında ince kırmızı daireler vardı. Kirpikleri kalın ve uzundu. Kaşları birbirinden ayrı idi. Ağzı nispeten büyüktü. Büyük ağız, Araplarda güzelliğin bir parçası sayılırdı ve küçük ağız veya çok ince dudaklar beğenilmezdi.

Ayak topukları hafif olup el ve ayaklarındaki parmakları uzundu. Ayaklarının orta parmakları baş parmaklarından hafifçe uzundular. El avuçları ve ayak tabanı dolgundular.

Hazreti Peygamber’(s.a.v.) ilk kez bakan bir kimse hemen etkilenir ve biraz ürkerdi ama kendisiyle tanışıp samimi olunca O’nun ne kadar yumuşak huylu ve güzel ahlaklı olduğunu anlardı. Yürürken ayaklarını tam olarak basardı ve bir çukura inmek veya yokuşa çıkmakta olan bir kişi gibi yürüdüğü havasını veriyordu. Bir tarafa dikkatini çevirince tam çevirir, bir taraftan ilgisini keserken de tam keserdi. Yani aynı anda iki şeyle ilgilenmezdi.

Gözlerini küçültüp bir kişiyi veya şeyi süzme ve başını bir tarafa çevirip boş boş bakmazdı. Gülen bir yüzü vardı ve her zaman tebessüm ederdi. Kahkahalarla gülme alışkanlığı da yoktu.

Gayet güçlü bir vücuda sahipti. Kuvveti ve kudreti de yerinde idi. O,kadar ki bir defasında Kureyş’in en tanınmış güreşçilerinden Rukane, Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile güreşe tutuştu. Sırtı kimse tarafından yere getirilmeyen bu pehlivan Rasulullah’a (s.a.v.) yenik düştü.

Bu güreşçi yerden kalkarak Hazreti Peygamber ile tekrar güreşti ve tekrar yenildi. Hayretini saklayamayarak “Vallahi ya Muhammed (s.a.v.)! Amma da güçlüsün. Beni nasıl alt ettiğine hayret ediyorum” dedi.

Bu pehlivan demek istiyordu ki, hiçbir beden çalışması yapmamış olan ve görünüşte kendisinden daha zayıf olan Hazreti Peygamber (s.a.v.) kendisini nasıl oldu da iki defa üst üste yere indirdi? (Daha sonra bu güreşçi de Müslüman oldu.)

Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) çocukluğuyla ilgili bir vak’a şöyledir: Bir defasında Abdullah bin Cud’an’ın evinde verilen yemek sırasında Ebu Cehil Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile kavgaya tutuştu. İkisi de aynı boyda idiler.

Hazreti Peygamber (s.a.v.), Ebu Cehili eliyle kaldırıp yere öyle bir attı ki, bir dizi yaralandı ve bu yaranın izi ömür boyunca geçmedi.

İbn-i Hişam’ın ifadesine göre Bedir Gazvesi sırasında Ebu Cehil’in ölüsü aranırken Rasulullah (s.a.v.dizindeki yara izinden kimliğinin saptanması için arkadaşlarına emir verdi. Nitekim bu tarif üzerine ölüler arasından Ebu Cehil’in cesedi çıkarıldı.

Hazreti Peygamber (s.a.v.) işte o zaman Ebu Cehil ile nasıl dövüştüklerini sahabelere anlattı. (Buhari)

Bu bilgiler gösteriyor ki, Hazreti Peygamber (s.a.v.), sadece güzel, yakışıklı ve yüksek ahlaklı bir insan değildi. Aynı zamanda yiğitlik, cesaret ve kuvvetin de simgesiydi.Rabbim sevgilinin nurlu yolundan ayırmasın, şefatına nail eylesin