Türk basının çok önemli oranda reklam gelirleri üzerinden ayakta durabildiği hepimizin malumu. Gazeteler, haber siteleri ve haber blogları sayfalarına taşıdıkları reklamların sağladığı gelirler üzerinden ayakta duruyorlar, durmak zorundalar. Yoksa salt gazete satışı ya da internet sitesinin “tık”lanması üzerinden bu çarkın dönmesi mümkün değil. Bu, anlaşılır bir durum ve medyanın ticaretle olan ilişkisinin bir boyutu.

 
Ancak ürün, özel kurum / işletmelerin açılış, kampanya vs... haberlerinin süslü, reklam metni şeklinde yazılması ve yayımlanması da ne demek oluyor? Tamamen söz konusu ürünü ya da işletmeyi öven, ön plana çıkaran süslü, cilalı metinler nasıl ve neden haber metni olarak sunuluyor?


Eğer söz konusu basın kanalanın  sahibi o işletmenin ya da kurumun reklamını yayımlamak istiyorsa işletme sahibiyle anlaşarak sayfanın bir köşesinde yayımlayabilir ve bundan da para kazanabilir. İşin bu kısmı yukarıda andığımız medya – ticaret ilişkisine takabül eder ve bunun da anlaşılır (ayrıca zorunlu) bir durum olduğunu söylemiştik. Ancak reklam yazısının haber metni olarak sunulması medyanın ticaretle ne kadar iç içe geçtiğini ve bütünleştiğini gösterir ki bu ilkesel anlamda bir çizgi kaymasıdır. Meslek etik ilkeleri açısından da kabul edilebilir bir durum değildir.


Reklam metnini haber metniymişçesine sunan medya işletmecisinin meslek etik ilkelerini çiğnemesi ve okuyucularını da aptal yerine koyması bir tarafa kendi işletmesini ya da ürünü pazarlamak isteyen işletmecinin de “bizi yazsana” cürretkarlığı da ayrı bir başka trajedi. Bu cürretkar bayımız eğer kendini medyada görmek istiyorsa belirli bir ücret karşılığı reklam verir. Ama köylü kurnazlığına yatarak kendini haber yapmaya çalışması, yani basını kendi tecimsel çıkarları için kullanmaya çalışması, bu ukalalığı kabuk edilebilir değil.


Fakat ne yazık ki işin bu noktaya gelmesinde, söz konusu şahısları şımartarak onlara ilkelerini çiğnettiren basın yetkililerinin ta kendisidir! Tüccarın para kazanmak dışında hiçbir kaygısı olamaz. Bu yüzden ondan /onlardan duyarlılık, ilkelere saygı beklemenin hiçbir anlamı yok. Kendi ilkelerimizi ve saygınlığımızı yine ancak biz gazeteciler koruyabiliriz. Zira bir tek habere harcadığımız emeği ve bir tek haber için yaşadığımız stresi ancak yine biz gazeteciler bilebiliriz.


Ülkemizde ulusal basın ya da ana akım medya sözünü ettiğimiz meslek etik ilkeleri anlamında artık kurtarılamayacak kadar batmıştır. Ancak yerel basın basın ahlakını yerle bir eden ana akım medyaya karşı bir alternatiftir. Ana akım medyanın tepedenci, görmezden gelen bakış açısına karşı, yerel basın göz ardı edilenin, yerel olanın inatla sunulmasıdır. Bu yüzden yerel basın sosyal yaşamın kılcal damarıdır.  Ve şayet basın ilkelerinin ayakta tutulmasından söz edeceksek bunun başlangıç noktası yerel basındır. Bizim için her zamam bir şans daha mutlaka var. Bu yüzden reklamcılık – habercilik ilişkisini bir kez daha gazeteci gözüyle irdelemeliyiz.


Basının halkın sesi değil; yöneticilerin ve tüccarların istediklerini yazan bir mecraa olduğu eleştirisi tarihte ilk kez büyük Fransız yazar Honore de Balzac tarafından dile getirilmişti. Balzac’tan bu yana eleştiriler daha gür ve çok çıkmaya başladı; fakat ne yazık ki medya mantalitesi açısından hiçbir şey değişmedi. Medyanın varoluş koşulları ticaretin sürdürebilirliği ile iç içe geçmiş bir durumda ve hatta bu iç içe geçmişlik bir kördüğüm haline geldi.


Ancak yapı olarak farklılık arz eden yerel basın adına hala bir şans var!